1984 Romanı Üzerine Bir Değerlendirme


KİTABA GENEL BİR BAKIŞ
George Orwell’ın 1984’ü katı kurallarla yönetilen bir halkı, başkaldıranlar ve onlara uygulanan yaptırımları, rejimi, partiyi ve onun yöneticisi Big Brother’ı konu ediniyor. Kitapta olaylar genel olarak başkahramanımız Winston Smith üzerinden işleniyor. İlerleyen sayfalarda ise Julia, O’Brien, Mr.Charrigton yeni karakterler olarak kitaba dahil oluyorlar.
Kitapta Big Brother’ın kuralları ile yaşayan bir halk tasvir ediliyor. Big Brother yaptırımlarıyla toplumu geçmişten kopartmaya, özgürlüklerini ellerinden almaya çalışıyor. Tek tip, düşünmeyen, amacı ve geleceğe dair hedefleri olmayan bir halk oluşturuluyor. Herkes sabah kalkıp aynı sporu yapıyor, aynı saatte işe gidiyor ve aynı içkiyi, sigarayı içiyorlar. Her dakikaları tele-ekranlardan izleniyor. Her gün yeniden yazılan bir tarihi var bu halkın. Dün kesinliğinden son derece emin olduğunuz dost ülke sabah uyandığınızda düşmanınız ilan edilmiş olabiliyor. Yaşadıkları alan hakkında da dışarısı hakkında da hiçbir şeyden haberdar değiller. Herkes bu kurallara, var olan bu düzene uymak zorunda. Çünkü Big Brother’ın gözü üzerlerinde. Big Brother kentin her yerindeki, evlerin içerisindeki, bakanlıklardaki tele-ekranlardan onları izleyen, kimsenin cismani olarak görmediği sadece fotoğraflardan tanıdığı, partinin başındaki kişi.
Big Brother kendi yok olduğu gibi insanları da yok etmeye çalışıyor. Bir insanın var olması düşünebiliyor olması ile doğru orantılıdır. Big Brother’ın hükmettiği halk düşünemiyor. Daha doğrusu kendilerine ait fikirleri yok. Eleştiren, partinin zıttı bir düşünceye sahip olanların sonu da Winston’ın ki gibi oluyor. Böylelikle insanların toplum olma bilincini yok etmişler. Herkes bireysel iyiliğini düşünür olmuş. Aile kavramı ciddiyetini ve önemini kaybetmiş. Çocuklar aile bireylerini rahatlıkla düşünce polisine ihbar edebiliyorlar. Aile içerisinde de Big Brother’ın otoritesi hakim. Evliliğin tek amacı çocuk yapmak ve partiye bir yurttaş daha kazandırmak olmuş. Bu doğrultuda kimsenin yaşadığı toprakları umursadığı yok. Çünkü ait hissettikleri bir toprak yok. Bir gün öldüğünüzde arkanızda hiçbir şey bırakamıyorsunuz. İsminiz listeden siliniyor ve siz hiç var olmamış oluyorsunuz. Uygulanan propagandalar haliyle insanları umursamaz ve bencil bir hale getirmiş.
                                                 BIG BROTHER’IN YÖNETİM ŞEKLİ
Bu bölümde siyasi yapının otoriterliğini inceleyeceğiz. Okyanusya’da ki yönetim yine partinin yani Bİg Brother’ın emrinde işliyor. Toplum İç Parti üyeleri, Dış Parti üyeleri ve Ploreterlerden oluşuyor. Parti yönetimi de 4 bakanlığa ayırmış. Haberler ve eğitimden sorumlu Gerçek Bakanlığı, savaşlardan sorumlu Barış Bakanlığı, yasa ve düzeni sağlayan Sevgi Bakanlığı, ekonomik işlerle ilgilenen Varlık Bakanlığı. Bakanlıkların işleyişi insanların birbirleri ile özel ilişkiler kurmaması üzerine tasarlanmış. Ayrıca belgeler öylesine gizleniyor ki kimse kimsenin yaptığı işi bilmiyor. Çalıştığı yerden başka bir bakanlığa giremiyor. Halk binaların içinde ne olduğunu bilmiyor. Binaların içinde çalışanlar için bile aynı durum söz konusu.
Yasaların işleyişine Winston’ın bakış açısı ‘’aslında hiçbir şey yasadışı değildi çünkü artık yasa diye bir şey yoktu’’ şeklinde. Kitabın işleyişinde de yaptığı hareketlerin örneğin eve giderken yolunu değiştirmesinin bir yasaya aykırı gelmekle alakası olmadığının farkında ama karşısında Düşünce Polisi gibi bir engel olduğu için yasaya ihtiyaç olmadan yaptığı yanlış bir hareketin sonuçlarının çok ağır olacağının bilincinde. Çünkü yasaların belirsizliğinin aksine uygulanan cezalar az çok herkes tarafından biliniyor. Çalışma kampları, hapishaneler, ölüm cezaları, işkenceler.
                                             HALKI SİNDİRME POLİTİKALARI
Big Brother’ın yönetme şekli propaganda üzerinden ilerliyor. Propagandanın sürekliliği ve uygulanabilirliği ise korku ile sağlanıyor. Propagandanın amacı ise beyin yıkamak ve insanları partinin kuralları ile yaşamaya zorlamak. Kitapta propaganda 4 ana başlıkta işleniyor.
1-Tele-ekranlar
2-Sloganlar
3-Yenisöylem ve tarihin yenilenmesi/yok edilmesi
4-Düşüncesuçu
Biri Bizi Gözetliyor
Şehrin her yerindeki tele-ekranlar sayesinde Big Brother’ın gözü sürekli insanların üzerlerinde. Attığınız her adım takip ediliyor. Bu cihazlar insanların üzerindeki en büyük baskı. Özel alan kavramı resmen yok edilmiş. Daima hareketlerinize hatta mimiklerinize bile dikkat etmek zorundasınız. Topluma tek ekrandan hükmediliyor. Askeri marşlar çalınıyor, savaş haberleri veriliyor. Tek kanal ve tek ses var. Ve siz bu sesi asla kapatamıyorsunuz.
Tek Cümle Tek Fikir
Sloganlar devletin ideolojisini yansıtır.  İdeolojide devlet yaptırım ve amaçlarını içerisinde barındırır. Sloganlar söylene söylene yaygınlaşır ve dolaşıma girer. İnsanlar bir süre sonra sloganların anlamları üzerine düşünmemeye başlarlar. Sloganlar bir nevi düşünmeyi engeller. Sloganın temel amacı sana nasıl düşünmen gerektiğini bir cümle ile vermek ve bunun dışındaki fikirlerini yok etmeni sağlamaktır. Örneğin kitapta partinin 3 sloganı sürekli dile getiriliyor.
SAVAŞ BARIŞTIR.
ÖZGÜRLÜK KÖLELİKTİR
CAHİLLİK GÜÇTÜR.
Düşününce sloganlar kulağa pekte mantıklı gelmiyor. Fakat sloganlar düşünceyi kalıp bir cümle halinde sundukları için kişi artık o cümleye inanıyor ve olaylara karşı tutumunu bunun üzerinden belli ediyor. Burada sloganların parti tarafından üretilmesi de insanların hiçbir söz hakkına sahip olmadıklarının göstergesidir.
Bugün Ayın Kaçı?
Kitapta insanların geçmişlerini boşalttıklarını görüyoruz. İnsanların geçmişteki olaylara dair hatırladıkları hiçbir şey yok. Her gün geçmişte yaşananları, kişileri değiştirerek insanlarda bir geçmiş bırakmamışlar. Hatta kitabın bir bölümünde Winston 1984 yılında olduklarından bile emin olmadığını söylüyor. Bu noktadan sonra  ‘’yenisöylem’’ ile kelimeleri de değiştirmeye başladılar. Çünkü ne kadar tarihi silmek isterlerse istesinler eski dilden bir kelime onlarda eskiye dair bir çağrışım yapabilirdi. Bu çağrışımlarla birlikte eskiye dair olan özlem bugüne karşı bir düşmanlık beslemelerine neden olabilirdi. Bunun çözümü olarak ‘’yenisöylem’’ diye yeni sözcüklerden oluşan bir dil oluşturdular. Aynı zamanda dilin gerilemesi, değişmesi demek düşüncenin de gerilemesi demektir. İnsan kelimelerle düşünür. Okyanusya’da da yeni bir dünya görüşü yaratmak isteyen Big Brother kelimeleri değiştirdi. İstediği şekilde bir toplum ve dil yarattı.
Aklından Geçen Dahil
Big Brother’ın yönettiği ülkede hapse atılmak için bedenen bir eylem gerçekleştirmek zorunda değilsiniz. Eğer içinizde bir yerlerde partiye karşı kin, nefret ya da olumsuz bir duygu varsa yani bir düşüncesuçu işlediyseniz er ya da geç siz ne yaparsanız yapın Düşünce Polisi bunun farkına varacak ve sizi yakalayacaktır. Partinin aleyhine olan bu düşüncelerinizse ceza sisteminden geçerken aşama aşama beyninizden silinecektir. 101 Numaralı Oda’da Winston’ın başından geçenler, fikirlerinden nasıl vazgeçtiği, son çare olarak Julia’ya ihanet etmesi kitapta ayrıntılı olarak işlenir.
Nefret
Propagandanın savaştığı önemli terim nefretti. Parti kendisine karşı oluşabilecek nefreti önceden engelliyordu. Parti halkın nefretini Goldstein’e yönlendirmişti. İki Dakika Nefret toplanmalarında Goldstein ekrana çıktığı anda insanlar öfkeleniyor, bağırıyor ve kendilerini kontrol edemiyorlardı. Bu kişinin kurmaca ya da gerçek olması ile Winston hariç kimse ilgilenmiyordu. İnsanların içlerindeki aykırı ruh, korkudan doğabilecek nefret parti tarafından böyle kontrol ediliyordu.
                                     BIG BROTHER’A DİRENMENİN BEDELİ
Uygulanan propagandaların sonuçlarını Winston ve Julia üzerinden inceleyebiliriz. Winston başından beri Big Brother’dan nefret ediyordu ve Kardeşliğe inanıyordu. Eskici dükkanından defter alması, günce tutması, eskiye dair bir şeyler bulmaya çalışması… Kendi içerisinde partiye başkaldırıyordu. Kitapta Winston’ın hep mücadele ettiğini gördük. Sonuçlarına katlanmaya bile hazırdı, ölümü işlediği ilk aykırı suçtan itibaren beklemeye başlamıştı. Korkuyordu fakat vazgeçmiyordu.
Kitaptaki diğer başkaldıran karakter ise Julia. Julia Winston kadar düzeni değiştirme inancına ve isteğine sahip değildi. Kardeşlik için O’Brien ile konuşmaya gittiklerinde bile Winston kadar heyecanlanmamıştı. O sadece yaşamayı seçmişti ne şekilde olursa olsun yaşamak. Bir şeylerin gerçek ya da yalan olması onu çok ilgilendirmiyordu. O partinin kendisine verdiği rolü parti sınırları içerisinde, tele-ekranların olduğu yerde yerine getiriyordu.
Daha sonra ikisi de hapse giriyor ve ikisi de birbirlerinden yapılan işkenceler sırasında vazgeçiyorlar. Winston’ın kitabın girişindeki günce yazarken heyecanı ile kitabın sonundaki cümleleri bize partiye başkaldırmanın bedelini gayet net açıklıyor. Kitap Winston’ın şu sözleri ile bitiyor.
‘’Sonuçta kendine karşı zafere ulaşmıştı. Büyük Birader’i çok seviyordu.’’          
                                                            SONUÇ
Propaganda, otoriter yönetim, korku… İnsanlar bunlarla yaşamak zorunda bırakılmıştı. Toplumda insanlar görüşleri, gelenekleri, etnik unsurları, kullandıkları kelimelerin farklılıkları ile var olurlar. Okyanusya’da ise halk Big Brother’ın kuralları çerçevesinde var. Kendilerine ait hiçbir özellikleri yok. Topluma hiçbir katkıları yok. Propaganda ile yok edilmişler.



KAYNAKÇA
Orwell. G, (2016). 1984, (C. Üster, Çev.) İstanbul
İslamoğlu. F, (2013). George Orwell’in  ‘Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’ adlı romanı ile Cengiz Aytmatov’un ‘Gün Olur Asra Bedel’ romanının ‘Düşüncesuçu’ bağlamında karşılaştırılması. Turkish Studies - International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/8 Summer 2013, p. 701-719, ANKARA-TURKEY

Uysal. M, (2012). George Orwell’in 1984’ü: Toplumsal Değerler ve Anti-Ütopya. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Journal of the Institute of Social Sciences
Sayı Number 9, Bahar Spring 2012, 133-142


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

annem gül'dü çiçekler girdi gönlüne'

kendi evimde deplasmandayım

hüznün ertesi