Hayat Bilgisi Dersinde Blog Yazmak
İlkokulda Hayat Bilgisi ve Türkçe derslerinde öğretmenimin verdiği bir konu üzerine yazmayı çok severdim. Sonra bana bir konu verilmese de yazdım. Evimizdeki herhangi bir kitabı -herhangi bir değil- yazmaya başladım. Sonra ortaokulda Türkçe derslerinde yazdığım şeylerin adı kompozisyon oldu. Yazmak meselesini sevdiğimi sanırım bu kompozisyonlarda fark ettim. Özellikle başlık yazmayı sevdiğimi -ki hala başlık yazmak konusunda ayrı bir mutluluk yaşadığımı söyleyebilirim-. Sonra lisenin ilk edebiyat dersinde yine bir kompozisyon yazmamız istendi. Televizyon konusunu seçmiştim. Bundan önce atasözleri, deyişler, düşündürücü sözler üzerine yazardık. Sanırım konu olarak televizyonu seçmem bugüne bir işaretmiş. Ve bugünden o güne eleştirel bir yanım olduğunun hatırası. İletişim bilimleri okuyorum ve hala televizyonu eleştiriyorum Postman ile.
Lisede yazmak meselesinin yeni bir boyutuna geçmiştim. Bir konu üzerine yazmak yerine yazacak bir konu bulmak. Bir meselenin farkına vararak yazmak gereği duymak. Sonra güzel ve akıcı konuşabilmek için okumak gerekliliğinin -ki okumayı öncelikli olarak bu bağlamda gerekli görmek ne kadar doğru bilemiyorum- yazmak içinde bir gereklilik olduğunun farkına vardım. Okumak yazmayı farklılaştırıyordu. Çünkü önce düşünce biçim kazanıyordu. Sonra düşünce yazmayı gerektiriyordu. Kimse bilmez -böyle bir şey mümkün mü- bir öykü yazdım. Hayatımda ilk ve son karakterlerle uğraşım olabilirdi bu. Her karakter üzerinden söz sahibi olmak bana iyi gelmedi sanırım. Sonra yazar içerisinde mi kıyısında mı köşesinde mi derken anladım ki penceredeymiş. Pencere. Yazmanın ciddiyetinden uzak adına edebiyatçı bir tanıdığımın halk şiiri dediği şiirler yazabildiğimi fark ettik. Galeri salonlarında tabloların önünde fotoğraf çekilenler ne kadar sanatın toplum için olmadığına dair birer kanıtlarsa da şiirlerim toplum içindi. Bir mevlid-i şerif bile vardı içlerinde sanırım fazlaca hiciv. Sonra üniversitede yazılan metinlere makale demeye başladık. Bu deyiş beraberinde akademik bir dili getiriyordu. Ve akademik dilde eleştiri sanırım benim yazmakta aradığım şeydi.
İlkokulda hayat bilgisi dersinde yazdığım yazıların değişiminin sonucunun şuan Akademici Soral bloğu olması sanırım bu serüvenin şaşılası özeti. Ve hocalarımın bilmediğimizi düşündüğü ama kendilerinden daha fazla yazdığım mektuplar, bir sürü küçük notlar, anneme yazdığım duygusal şiir -tek duygusal şiir- yazmak yolculuğumun içerisindeki şeylerdi. Rahatsızlık duyduğum, topluma seslenmek istediklerim, büyüdüğüm bakışla geçmişe bakmam, akademik ve toplumsal çözümlemelerim, eleştirilerim, bu bloğun var olması hep Hayat Bilgisi dersiydi.
İlk şiir ödevimi, ilk kompozisyon ödevimi, ilk başlık seçimimi yapmamda ve ilk blog yazımı yazmamda bana yardımcı olan ablama teşekkür ederim. Bugüne kadar, bugün bile ve bugünden sonra her yazımın editöryel süreci ona emanettir.
Daha başka yazılarda görüşmek dileğiyle, iyi uçuşlar dilerim!
Lisede yazmak meselesinin yeni bir boyutuna geçmiştim. Bir konu üzerine yazmak yerine yazacak bir konu bulmak. Bir meselenin farkına vararak yazmak gereği duymak. Sonra güzel ve akıcı konuşabilmek için okumak gerekliliğinin -ki okumayı öncelikli olarak bu bağlamda gerekli görmek ne kadar doğru bilemiyorum- yazmak içinde bir gereklilik olduğunun farkına vardım. Okumak yazmayı farklılaştırıyordu. Çünkü önce düşünce biçim kazanıyordu. Sonra düşünce yazmayı gerektiriyordu. Kimse bilmez -böyle bir şey mümkün mü- bir öykü yazdım. Hayatımda ilk ve son karakterlerle uğraşım olabilirdi bu. Her karakter üzerinden söz sahibi olmak bana iyi gelmedi sanırım. Sonra yazar içerisinde mi kıyısında mı köşesinde mi derken anladım ki penceredeymiş. Pencere. Yazmanın ciddiyetinden uzak adına edebiyatçı bir tanıdığımın halk şiiri dediği şiirler yazabildiğimi fark ettik. Galeri salonlarında tabloların önünde fotoğraf çekilenler ne kadar sanatın toplum için olmadığına dair birer kanıtlarsa da şiirlerim toplum içindi. Bir mevlid-i şerif bile vardı içlerinde sanırım fazlaca hiciv. Sonra üniversitede yazılan metinlere makale demeye başladık. Bu deyiş beraberinde akademik bir dili getiriyordu. Ve akademik dilde eleştiri sanırım benim yazmakta aradığım şeydi.
İlkokulda hayat bilgisi dersinde yazdığım yazıların değişiminin sonucunun şuan Akademici Soral bloğu olması sanırım bu serüvenin şaşılası özeti. Ve hocalarımın bilmediğimizi düşündüğü ama kendilerinden daha fazla yazdığım mektuplar, bir sürü küçük notlar, anneme yazdığım duygusal şiir -tek duygusal şiir- yazmak yolculuğumun içerisindeki şeylerdi. Rahatsızlık duyduğum, topluma seslenmek istediklerim, büyüdüğüm bakışla geçmişe bakmam, akademik ve toplumsal çözümlemelerim, eleştirilerim, bu bloğun var olması hep Hayat Bilgisi dersiydi.
İlk şiir ödevimi, ilk kompozisyon ödevimi, ilk başlık seçimimi yapmamda ve ilk blog yazımı yazmamda bana yardımcı olan ablama teşekkür ederim. Bugüne kadar, bugün bile ve bugünden sonra her yazımın editöryel süreci ona emanettir.
Daha başka yazılarda görüşmek dileğiyle, iyi uçuşlar dilerim!
Yorumlar
Yorum Gönder