Seyahatname: Bosna Hersek
Buyrun tanış olmaya!
16 Kasım Cumartesi.
Seyehatname'nin niyeti ve Çelebi'nin niyazıyla sevgili eşim İzzet'le birlikte her şey bittiğinde hatrımızda kalması ve hatrında olduğumuzu bilmesi için bir ülke, bir insan ve bir ses... Hoş bulduk Bosna Hersek!
2 sırt çantamız ve pasaportlarımızı yanımıza alarak Sabiha Gökçen'den Saraybosna'ya zamanda 2 saatlik bir tılsım yaşayarak 12'de yola çıkıp 12'de vardık ve adeta yerimizde saydık sevgili dostlarım. Bu yolculuğumuzda tüm planlamalar Balık burcu İzzet tarafından yapılmış, sırt çantalarımız 1 gün önceden hazırlanmış, yolculuk öncesi keyifli bir kahvaltı yapılmış ve havalimanına uçuşa 1 saat kala varılmıştır. Yani Başak burcu Şeyma anda ve akıştadır.
İzzetcim yolculuk başlamadan kalacağımız yerleri, kiralayacağımız arabayı ve rotamızı ayarladı. Bu esnada ben de Akif Emre'yi hatırlayıp, gezi defterimi hazırladım. Ve yolculuğumuz başladı. Pasaport kontrolleri, ülkeden çıkarken polis kamerasına son bir gülümseme, damga sesi. Uçuşumuz yaklaşık 1 buçuk saat sürdü. Adeta bulutlar arasında bir beşikteymişizcesine adına türbülans dedikleri benimse ceyran olarak yorumladığım bir şekilde sallana sallana gittik. Çok şükür uçaktan indikten sonra hızlıca araba kiralama şirketine gittik ve arabamızı aldık.
Umut Tüneli |
Bir izde biz bıraktık Umut Tüneli'nde.
"Kör dünyanın göbeğine / Kuşların göz bebeğine / Hak yol İslam yazacağız."
Bosna'dan Mostar'a!
Bosna'nın yol-şerit sistemine alışmamız 15 dakika, trafik kurallarına alışmamız ise 3 günümüzü aldı. Hız sınırının oldukça düşük olması adeta arabadan
inip koşsak yetişiriz mantığını kanıtlamaya doğru gitti. İzzet'in ülkeye araba kullanmak konusunda yeni deneyimler kazandırması çok şükür devlet nezdinde üzerinde rakamların yazılı olduğu bir kağıtla bize ulaştırılmadı. Ki eşimin usta öğretici olması da savunmamın bir parçası olmaya hazırdı.
Saraybosna-Mostar yolunda insan bir su misali kıvrım kıvrım akarken Neretva Nehri size eşlik ediyor. Dağlar ve nehir birbirine öyle güzel dost olmuş ki sonbaharda en güzel renkleriyle eşlik ediyor onlara. Ve nehir sizi Saraybosna'dan alıp Mostar'a getiriyor. Bosna ile ilgili bilinmesi gereken en önemli şeylerden birisi hava durumu sevgili dostlarım. Seyahatimiz süresince adeta bir meteorolog, bir gökbilimci olduk diyebilirim.
Bizler mesaisi 5'te bitip hayata 5'i 1 geçe başlayan beyaz yakalılar olarak havanın 4'te kararmaya başlaması ile birlikte adımlarımızı hızlandırmaya başladık. Hava adımlarımıza eşlik etmek için daha da hızlı kararmaya başladı ve Mostor Köprüsü'nü Bosna'nın vaktiyle akşam üzeri 16.49'ta ışıklarla aydınlatılmış gökyüzünün rengine bürünmüş nehrin sesi eşliğinde gördük.Mostar Köprüsü |
Mostar sır gibi saklıyordu kendini.
Mostar nehre bırakmıştı kederini.
Mostardan nehre bırakmak belirliyordu insanın kaderini.
Mostor köprüsünün üzerinden nehre bakınca derin bir karanlık çekti içine beni. Sadece nehrin sesi görünüyordu uçsuz bucaksız karanlıktan. Nehir çok şey anlatıyordu zamanından.
Mostar köprüsünün etrafında kısa bir gezintiye çıktıktan sonra Bosna'nın geleneksel yemeklerinden Cevabi yemeğe karar verdik. Yanında kaymak ikram etmeleri benim damak tadıma pek uymasa da İzzet çok sevdi. Bu arada ezan rüku ile secde arasında
ki zaman diliminde okunmaya devam ederken biz de küçük camilerde namazlarımızı kılmaya devam ediyorduk. Biz yemeğimizi yiyene kadar tüm Mostar halkı çoktan dükkanlarını kapatmış ve uykuya dalmıştı. Sessiz ve karanlık sokaklarda şehri keşfetmeye çıktık. Sonrasında köprünün yanında açık olan bir kafede Bosna kahvesi içtik. Kahve fincanı kulpsuz; elimiz hilal, hicri ayın 16'sı gökte dolunay. Türkiye sevgisi imandandır!
Mostar'da 2. günün sabahına Blagaj Tekkesi'ne gitmek üzere yola koyularak başladık. Nehrin rehberliğinde tekkeye ulaştık. Yaratılan Yaratan'dan ötürü sevmek idealiyle kurulan Blagaj / Alperenler Tekkesi, tasavvuf deryaysa denizdir. İnsan bir su damlacığı olmak istiyor tekkenin kapısından girince. Sonra sizi karşılıyor Enbiya Suresi 30. ayet:
Blagaj / Alperenler Tekkesi |
Tekke'de ziyaretlerimizi yaptıktan sonra tekrar gündüz gözüyle Mostar Köprüsü'nü görmek için Mostar'a döndük. İzzetcim bu arada Mostar'a girdiğimiz andan itibaren Neretva Nehri'nin kıyısını bulduğu her yerde elini yüzünü yıkamayı ihmal etmedi.
Mostar'dan dönerken yurtdışına çıkmak için pasaport yurda geri dönmek için gidilen şehirlerden evimize ve sevdiklerimize magnet getirmenin şartını da yerine getirdik. Birkaç magnet, hediyelik eşya ve ruhu güzel eşimin resim merakı dolayısıyla Mostar Köprüsü'nün bir çizimini ve birkaç kartpostal aldık.
Hediyelik eşyalarımızı çantama, resim ve kartpostalları kırmızı bir poşete koyduk. Poşet elimizde, çantalar sırtımızda ve 1 bez çanta yanımızda İzzet Çelebi ile arabamıza atladık ve dönüş yoluna koyulduk. Bu esnada arabayı 1 gün kiraladığımız için saat 13.00'e kadar havalimanına teslim etmemiz gerekiyordu. Mostar yolunu da hesaba katınca otelden çıktığımız anda o saate yetişemeyeceğimizin farkındaydık. Arabayı geciktirmenin bedelini ödemeye niyet ederek yolculuğumuza tüm sakinliğimizle devam ettik. Ancak o ana kadar bu bedeli 1 gün parası daha vererek ödeyeceğimizi düşünüyorduk ki işler öyle olmadı. Devamı çok yakında...
Mostar'dan Bosna'ya!
Mostar dönüşü yol üstündeki bir börekçiden Bosna'nın geleneksel lezzetlerinden olan ıspanaklı ve kıymalı börek aldık. İzzet yolculuğumuz başlamadan önce Bosna belgesellerini izlerken akan nehri, uçan kuşu Tokat ile özleştirdiği için yolculuğumuzun bir kısmında da yol üstünde meyve sebze satan bir Bosnalı abladan nar aldık. Evet sevgili dostlarım Sakarya'dan İstanbul'a gelirken alınan kabak, İç Anadolu'dan ön koltukta gelen patates, soğan ve Bosna'dan İstanbul'a gelen 3 nar.
Arabamızı havalimanına getirdiğimizde teslim saatinin üzerinden 1 buçuk saat geçmişti. Teslim ettiğimiz beyefendi saate dair herhangi bir şey sormayınca bize bir güzellik yaptıklarını düşündük ve arabadan hızlıca eşyalarımızı alıp havalimanından merkeze giden otobüse bindik. Otobüs yolculuğumuz Başçarşı'da son buldu. Bu esnada İzzet ve Şeyma yanlarında 2 sırt çantası, 1 bez çanta ve...
Kırmızı poşet?
Kırmızı poşeti bulamadık sevgili blog dostlarım. İçerisinde Mostar Köprüsü'ne ait bir resim ve birkaç kartpostal olan poşetimizi kiraladığımız arabanın içerisinde unuttuğumuzu o an fark ettik.
Geçmiş gezi yazılarımı okuyanlar Zonguldak'ta denizde kaybolan İzzet'in gözlüğünü İbrahim Ethem Hazretlerini vesile kılan Mevlaya şükrederek bulduğumuzu bilir. İzzet’in aklına gelen Hazret bizi Bosna'da da yalnız bırakmadı ve poşetin arabada kaybolmamasına niyet ederek hemen kayıp duasını okuduk. Ardından otelimize yerleştik ve Saraybosna'yı gezmeye başlamadan Aliya İzzetbegoviç'i kabrinde ziyaret etmeye gittik.
Ve her şey bittiğinde hatırlayacağımız şeyler: kabri başında okuduğumuz dualarla duyulan sesimizdi.Bosna'da ay ve hilal yalnızca başınızı kaldırdığınızda gökyüzünde değil en küçük detaya kadar her yerde çok şükür. Şehitlikte ziyaretlerimizi yaptıktan sonra Başçarşı'ya doğru yola koyulduk.
Başçarşı'da bizi ilk olarak Tarihi Sebil karşıladı. Rivayete göre sebilden bir yudum su içen Bosna'ya tekrar gelirmiş. Bakalım bu rivayet bizim hayatımızda nasıl tecelli edecekti?
Başçarşı'yı gezmeye devam ederken okunan ezanla birlikte cemaatle Bosna kıraatinde namazlarımızı kıldık ve 1. Dünya Savaşı'nın başladığı köprüyü görmeye gittik. İnsan Bosna'yı gezerken savaş zamanında islami eserlerin ve yapıların %80'e yakının yok edildiğini yalnızca bilmek değil bir de görünce çok farklı hislere kapılıyor. İşte sonra bir minareden ezan sesi duyuluyor. Mostar Köprüsü'nün manzarasında tepede duran hac işaretinin hikayesinde de aynı durum hissediliyor. Heybetli olması umularak dikilen haçla gövde gösterisi yapılmaya çalışılınca şu cevabı almışlar: En tepeye haç işareti dahi koysanız kafanızı kaldığınızda gökte ay ve yıldızı göreceksiniz. Gökyüzüne bakıp nasiplenenlerden olalım!
Saraybosna'da akşam olmaya başlayınca 2 günü anadilimizden uzak geçirmenin hüznü İzzet'in sosyalliği ile mutluluğa dönüştü. İnsan sosyal bir varlıksa İzzet'in tanışları bunun ötesindedir sevgili blog dostlarım. Bize Bosna'da bile bir kahve içip sohbet edecek tanışlar buldu çok şükür :)
Çok tatlı arkadaşlarımızla kahve içip tatlı yedikten sonra Sönmeyen Ateş Anıtı'nı ziyaret etmeye gittik.
Otelimize dönerken susadığımız için açık bir market bulup su almaya karar verdik. Yürüdük, yürüdük adeta attığımız her adım bizi Sahra Çölü'ne daha da yaklaştırıyordu. Gördüğümüz her market bizim için bir serap gibiydi. Başlangıçta saatten dolayı kapalı olduğunu düşündüğümüz marketlerin sayısı artınca biz gezginlere yeni bir bilgi yüklendi: Günlerden 17 Kasım Pazar. Meğer Bosna Avrupa Birliği süreci dolayısıyla 17 Kasım Pazar günü itibariyle Pazar günleri marketler dahil her yeri kapatma kararı almış.
Sadece birkaç kafe açık olduğu için en son bir kafeye oturup bir şeyler içmeye ve su almaya karar verdik. Ancak sevgili blog dostlarım insan bir şeyin varlığına en çok yokluğunda ihtiyaç duyuyormuş. Kafede içtiğimiz 2 şişe su da bizi kesmeyince -suyun malum turistik yerlerdeki fiyatını da göz önünde bulundurursak- başka bir çözüm bulmamız gerekiyordu.
sevgili pratik zekalı eşimle, ben susuzluktan şikayetçi olmakla olmamak arasında öğrendiğim bilgileri uygulamaya gayret ederken aramızda şöyle bir konuşma geçti:
- susuz sabaha kadar ne yapacağız?
- bir çözüm bulacağım.
oteli arar ve otelde de su olmadığını öğreniriz.
ve izzet tam bu esnada eliyle dışarıda bir yeri işaret eder. "Tarihi Sebil"
Sebilden nazlı nazlı akan suyla birbirimize bakarken elimizde şişelerimiz koşarak su doldurmaya gittik ve gecenin kör vakti Avrupa Birliği kurallarını aşan Osmanlı yadigarı sebilden akan suyla bir Pazar akşamı susuzluğumuza çözüm bulduk. Bu esnada İzzet Bosna'da da networkünü geliştirmeye devam edip Boşnaklarla da tanış olmaya devam etti. Hatta bir noktada bir Boşnak çocukla muhabbeti ilerleterek poşetimizi bulması için havalimanındaki araç kiralama şirketini arattı. Maalesef ki şirket telefonu açmadı ama yine de iyi ilerledi.
Mutlu mesut otelimize dönüp Bosna'daki son gecemizi de geçirmiş olduk. Ertesi gün güne daha da erken başladık ve yağmur tıpırtıları eşliğinde Saraybosna sokaklarında kahvaltı yapabileceğimiz bir yer aramaya başladık. Dükkanlar henüz açılmamış etrafta derin bir sessizlik vardı. İnternetimiz olmadığı için birbirine benzeyen sokaklarda aradığımız ve bir gece önce yarın buraya da uğrayalım dediğimiz yerleri bence bulmak çok zordu. İzzet'in Sebil çözümünden sonra henüz 1 tam gün geçirmediğimiz Saraybosna sokaklarında önce börekçi sonrasında ise ressamların dükkanını eliyle koymuş gibi bulması beni şaşırtmaya yetmişti.Kahvaltıdan sonra etrafta gezinmeye devam ettik. İzzet'in bir başka özelliği gittiği yerlerde Galatasaray'la olan bağını pekiştirmesidir. Ve Bosna'da da Galatasaray'a hayatını adamış bir kaleci abimizin mekanını bulduk. Tarihe bir anı daha bıraktık ve yürümeye devam ettik. Çok tatlı bir ressam hanımefendinin dükkanından birkaç kartpostal aldık. Son kez Bosna kahvemizi içerek memlekete dönmek için havayolunun yolunu tuttuk. Havayoluna varınca araç kiralama şirketine giderek arabada poşetimizi düşürdüğümüzü anlattık. Öncelikle Boşnakların ingilizceyi biraz sert mizaçla konuştuklarının bilgisini vereyim. Bizimle ilgilenen ablamız beklememiz gerektiğini söyledi. İbrahim Ethem Hazretleri'ni vesile kılarak dualarımızı okuyor bir yandan da uçuşumuza kalan saati takip ediyordum. Yaklaşık 1 saat bekledikten sonra ablamıza kendimi hatırlatarak herhangi bir şey bulup bulmadıklarını sordum. Ablamız oldukça net bir ses tonu ile "It's your fault" diyerek bana suçlu olduğumu ve beklemem gerektiğini yeniden hatırlattı. Bekleme sürem 1 buçuk saate yaklaşırken İzzet namaz kılmaya gitti ve bu esnada uzaklardan bir abimizin elinde kırmızı bir poşetle bize doğru geldiğini gördüm. Mutluluğum paha biçilemezdi. Abimize teşekkür ettikten sonra İzzet'le buluşarak müjdeyi verdim. Çantalarımız tam biz hazır havalimanın içerisine girdik. Tam o sırada İzzet'le bana bir aydınlanma geldi. Araba kiralama şirketi bizi 1 buçuk saat bekletmişti. Gezinin ilk gününü hatırlayacak olursanız biz de arabayı 1 buçuk saat kadar geç teslim etmiştik. Yani bedel ödendi sevgili blog dostlarım :)
Uçuşumuz 15.50, saatlerimiz 14.00'ı gösterirken Saraybosna Havalimanı bilet kontrol noktasında bizi güzel bir kalabalık karşıladı. Uçuşumuza az kaldığını görevliye söylediğimde sıraya geçip beklemem gerektiğini Boşnak aksanlı bir İngilizce ile söyleyince süt dökmüş gibi yerime geçtim.
15.50'de bindiğimiz uçuş 2 saat sürerek memleketimize 19.50'de varmış olduk. Böylelikle ne içindeyim zamanın ne de büsbütün dışında mısrası bize verdiği 2 saati tekrar geri almış oldu. Ve 3 günlük Bosna seyahatimiz böylelikle tamamlanmış oldu.
İnsan dostunu yolda tanırmış sevgili blog dostlarım.
Ben dostumu tanıdığım için yoldayım ve dostumu tanıdığım yoldayım.
Nice güzel yolculuklar!
Yorumlar
Yorum Gönder